Gündem 1 – Son Dakika Gündem Haberleri – Gundem1.com

Türkiye ve Dünyadan Son Dakika Haberleri

Yeryüzü ve Uzay

Şu Haliyle Birkez Daha Soralım. Yeryüzü Evrenin Merkezi midir?

ŞU HALDE BİR KEZ DAHA SORALIM. YERYÜZÜ EVRENİN MERKEZİ MİDİR?
Aslında birkaç yürekli düşünür dünyanın, evrenin merkezi oluşu konusundaki genel kanıyı sorgulamaya başlamışlardı. Yeryüzünün, evrenin merkezi olmadığı ve onun da uzayda merkezi oluşturan başka bir cismin çevresinde dolandığını ilk kez öne sürenlerden biri Eski Yunanlı filozof Philolaus’tur (? -480). İÖ 450 yılı dolayında Philolaus, tüm gezegenler ve güneşle birlikte dünyanın merkezde görünmeyen bir ateşin çevresinde döndüğünü ve bizim yalmzca bu ateşin yansımalarım güneşte görebildiğimizi ileri sürdü. Bu, ardında hiçbir kamtı ve makul nedeni bulunmayan bir varsayımdı. Ve hiç kimse, Philolaus’un düşüncesini ciddiye almadı.
Yüz yıl sonra İÖ 350 yılı dolayında, eski Yunanlı gökbilimci Herakleides, Merkür ve Venüs adlı gezegenlerin güneşten kesinlikle çok uzaklaşmadan, ama ondan biraz uzaklaşıp sonra geriye yerine döndüklerini; daha sonra gene uzaklaşıp yaklaşarak bu işlemi defalarca yenilediklerine dikkat etti. Bu nedenle, Merkür ile Venüs’ün güneşin çevresinde döndüklerini; ve çevresinde bu iki gezegeni taşıyan güneşin onlarla birlikte yeryüzünün çevresinde döndüğünü öne sürdü. Bu görüş oldukça akla yatkındı. Ancak dünyanın, evrenin merkezinde bulunduğuna ve her şeyin onun çevresinde döndüğüne ilişkin görüşü hiçbir istisna tanımadan işlemekte olan Eski Yunanlı gökbilimciler tarafından kabul edilemezdi.
Daha sonra İÖ 260 yılı dolayında başka bir Eski Yunanlı gökbilimci Aristarchus (Yaklaşık olarak İÖ 310-239) daha köklü bir varsayımla ortaya çıktı. Onun varsayımı, güneşten uzaklığı bulmak üzere yaptığı girişimlerle gelişti. Ay’ın tam yarım Ay olduğu evrede; Ay, dünya ve güneş bir dik üçgenin köşelerinde bulunurlar. (Bu konuda biraz sonra biraz daha bilgi vereceğim.) Bu, tümüyle trigonometrinin uğraştığı türden bir dik üçgendir. Eğer bu diküçgenin açılarını bilirseniz, güneşin Ay’dan ne kadar uzaklıkta olduğunu hesaplamakta trigonometreyi kullanabilirsiniz. Ne yazıktır ki, Aristarchus’un elinde bu açıları duyarlı olarak ölçecek aygıtlar bulunmuyordu. Ve onun tahminleri duyarlı açılardan çok uzaktılar. Böyleyken bile, gökbilimci güneşin: dünya ile Ay arasındaki uzaklığa göre, yirmi katı mesafede olduğuna karar verdi. Yirmi katı uzaklıkta olduğu halde güneş gökyüzünde aşağı yukarı Ay’ın büyüklüğünde göründüğüne göre, güneş Ay’dan yirmi katı büyüklükte olmalıydı.
Bu bilgiyle Aristarchus güneşin çapının, yeryüzününkünün yedi katı olduğunu kestirdi. Bu durum ciddi şekilde gerçeğin altında kalan bir tahmindi. Ancak gene de gökbilimciye kocaman bir güneşin küçük yeryüzü çevresinde dönmesinin saçmalığını düşündürmeye yeterli olmuştu. Aristarchus eski fikir yerine, dünya ile diğer gezegenlerin güneşin çevresinde döndükleri düşüncesini ileri sürdü.
Bildiğimiz kadarıyla evrenin merkezinin yeryüzü değil de, güneş olduğunu ilk kez öne süren kişi, Aristarchus’tur. (Bu düşünce daha sonra giinmerkezli evren adıyla adlandırıldı.) Ancak
düşünceleri gökbilimciye pek yararlı olmadı. Onu, pek az meslektaşı ciddiye aldı.
Bununla birlikte yüzyıllar geçtikçe gökbilimciler yermerkezli evren sisteminin karmaşık matematiğini anlamakta zorlandılar. 1252 yılında Kastil kralı Alfonso yeni bir gezegen çizelgesinin hazırlanmasına öncülük etti. Bu hazırlanan çizelgeye onu onurlandırarak Alfonso çizelgesi adı verilmişti. Ve Kral Alfonso öfkeli bir anında şöyle konuştu: “Eğer Yaradılış anında Tanrı benim fikrimi sormuş olsa, ona evrene ilişkin çok daha basit bir sistemi önerirdim.”
1500’lü yıllarda Polonyalı gökbilimci Nicolaus Copernicus’un (1473-1543) aklına Arıstarchus’un yüzyıllar önce öne sürdüğü evren hakkında daha akla yatkın olan günmerkezli sistemi geldi.
Gökbilimci Aristarchus yalnızca düşüncesini formüle etmiş, başka bir şey yapmamıştı. Öte yandan, Coparnicus o formülü izleyerek, günmerkezli evren sistemi ile gezegenlerin geri devimini sorun çıkarmadan açıklıyor ve ayrıca gezegenlerin ara sıra parlaklaşıp donuklaşmasına da bir açıklama getiriyordu. Daha da önemlisi, günmerkezli sistemde gezegen çizelgelerini hazırlamak oldukça kolaydı.
Copernicus, Incil’de de öyle yazıyor diye kendilerini tümüyle yermerkezli evren düşüncesine kaptırmış olan dinsel liderlerle başı derde girmesin diye, çalışmalarının sonuçlarını yayınlamada duraksadı. Oysa ki, elyazması çalışma metni gökbilimciler arasmda elden ele dolaşıyordu. 1453’de Copernicus’un öldüğü yılda kitabı yayınlandı. (Ancak günmerkezli evren sisteminde bile, yeryüzü merkez olmaktan tümüyle uzaklaştırılmıyor, hiç değilse Ay’ın dünya çevresinde dolaştığı üzerine basıla basıla yineleniyordu.)
Günmerkezli evren sistemini ilk kez gezegen çizelgelerinde kullanan Alman gökbilimcisi Erasmus Reinhold’dur (1511-
1553). Bu çizelgeler 1551 yılında Prusya Dükü Albert’in desteğiyle yayınlandı ve bundan ötürü adlarına Prusya Çizelgesi denildi. O günlerde, üç yüz yıllık Alfonso çizelgesinden çok daha kullanışlı olmalarına karşın, çizelgelerde eski koruma bırakılmıştır. Çoğu gökbilimci yermerkezli evren düşüncesini bırakmaya karşı çıkıyordu. Çünkü onlar, yeryüzünün büyük bir boşlukta uçtuğu düşüncesine bir türlü inanamıyorlardı. Bazıları, günmerkezli evren sistemi çok daha iyi gezegen çizelgeleri sağlasa bile, onun yalnızca matematiksel bir aygıt olduğunu ve bunun da, yeryüzünün gerçekten güneş çevresinde döndüğü anlamına gelmeyeceğini düşünüyorlardı.
Tartışma yarım yüzyıl boyunca ve Galileo ilk teleŞkobunu kullanıncaya değin sürdü. 1610 yılında, Galileo Jüpiter gezegenini inceledi veteleskobu ona gezegenin ona küçük bir ışık küresinden çok daha fazla şey ifade ettiğini geniş bir şekilde gösterdi. Bu görüntü, aslında Jüpiter’in de bir başka dünya olabileceğinin ilk göstergesiydi. Dahası, Ay’ın yeryüzü çevresinde dönüşü gibi dört küçük gökcismi de Jüpiter gezegeninin çevresinde dönüyorlardı. Böyle yan gökcisimleri Latince’deki önemli kişilerin çevresinde dolanan asalak dalkavuklar deyişinden yararlanarak satelli (Türkçe’mizde bu gökcisimlerine uydu diyoruz Çeviren) adıyla adlandırıldı. Ay, dünyanın uydusuydu ve Galileo, Jüpiter’in de dört uydusunun bulunduğunu keşfetmişti.
O günlerde bu keşfin önemi, hiç değilse dört gökcisminin yeryüzünün değil, onun yerine Jüpiter’in çevresinde dolanmakta olduklarını göstermesiydi. Bu da, yeryüzünün her şeyin merkezi olmadığı anlamına geliyordu.
Kuşkusuz bu kez de, Jüpiter’in dört uydusunu peşinde taşıyarak yeryüzünün çevresinde döndüğü tartışılabilirdi. Ama, daha sonra Galileo, Venüs gezegenini de teleskobuyla inceledi. Eski yermerkezli evren sistemine göre, eğer Venüs karanlık bir gökcismi olup da yalnızca yansımış ışıkla aydınlanmış olsa, onun güneş ile dünya arasındaki durumu yüzünden her zaman bir hilal şeklinde görülmesi gerekecekti. Eğer günmerkezli evren sistemi doğruysa, Venüs Ay’ın geçirdiği tüm evreleri (yani, yeniaydan dolunay durumuna kadar her şeklini) geçirmeliydi. Ve Venüs’ün yapmakta olduğu da tam olarak buydu.
Bu keşif günmerkezli evren sisteminin tam olarak yerleşmesine neden oldu: Gezegenler, dünyayı da içermek üzere güneşin çevresinde dönüyorlar ve planet (gezegen) terimi de yalnızca böyle gök cisimleri için korunuyordu. Başka bir deyişle, güneş bir gezegen değil, bir merkezdi. Ay da bir gezegen değildi. Çünkü, yeryüzünün çevresinde dönüyordu. Oysa, dünya bir gezegendi. Sonuç olarak, güneş merkezdeydi ve çevresinde dönen sırayla şu altı gezegen bulunuyordu: Merkür, Venüs, Dünya (ve beraberindeki Ay), Mars, Jüpiter (ve beraberindeki dört uydu) ile Satürn. Bütün bu altı gökcismi bir araya gelince Latince güneş anlamına gelen Sol sözcüğünden yararlanılarak solar sistem (Türkçemizde buna da giineş sistemi diyoruz – Çeviren) adıyla adlandırılıyordu.
Eski yermerkezli evren sistemine bağlı kalanlar her şeyi kullanarak; hatta teleskopta görülenlerin optik yanılma olduğunu söyleyerek bulguları çürütmeye kalktılar. Ama, yalnızca gülünç oldular. 1633 yılında Katolik Kilisesi Galieo’yu tehditle korkutarak yeryüzünün yerinden kımıldamadığını söylemeye zorladı. Oysa bu bir işe yaramadı. Çünkü, Galieo’nun zamanından beri tüm aydın kişiler dünyayı da içermek üzere, güneşin çevresinde dönen bir güneş sistemi tablosunu olduğu gibi benimsediler.
Elbette ki, günmerkezli evren sistemi de birtakım soruların sorulmasına neden oluyordu. Güneş, yeryüzünün Ekvator’u ile
bir açı oluşturan yolu gökte izleyerek ilerler ve böylece mevsimleri oluşturur. Günmerkezli sistemde bu nasıl açıklanır? Eğer dünyanın ekseni, güneş çevresinde döndüğü düzleme dik olsaydı, güneş gökte tam Ekvator’un üzerinden geçiyormuş gibi olacaktı. Oysa, yeryüzünün ekseni 23,5° eğimlidir. Ve bu eğim gezegenimiz güneşin çevresinde döndükçe sürer. Bunun anlamı, dünyanın dönüş yörüngesinin yarısı boyunca eksenin kuzey ucunun güneşe doğru eğilmesi ve öğle zamanı güneşin Ekvator’un kuzeyinde parlaması, yörüngenin ikinci yarısı boyunca da, eksenin kuzey ucunun güneşten uzaklaşarak öğle zamanı güneşinin Ekvator’un güneşten uzaklaşarak öğle zamanı güneşinin Ekvator’un güneşinde parlaması demektir. Bu görüntü, öğle zamanı güneşinin yükselip alçalmasını ve mevsimlerini çevrimini tam olarak açıklamaktadır.
Zamanı ölçmenin temel bölümleri şu anda gerçek gökbilimsel şekilleriyle anlaşılmaktadır: Gün, dünyanın kendi ekseni çevresinde bir dönüş süre, ay, yeryüzü çevresinde Ay’ın bir dönüş süresi ve yıl da dünyanın güneş çevresindeki bir dönüş süresidir.