Gündem 1 – Son Dakika Gündem Haberleri – Gundem1.com

Türkiye ve Dünyadan Son Dakika Haberleri

Yeryüzü ve Uzay

Asteroit’ler Yalnızca Asteroit Kuşağında mı Yer Alırlar?

ASTEROİT’LER YALNIZCA ASTEROİT KUŞAĞINDA MI YER ALIRLAR?
Uzayda çoğu pek küçük olan ve özgürce dolanan binlerce asteroit bulunmaktadır. Eğer onlar başlangıçta asteroit kuşağında yer almış olsalar bile, orada kalmaları gerekmemektedir. Asteroitler güneş çevresindeki yörüngesinde dolanırlarken özellikle dev Jüpiter başka olmak üzere öteki gezegenlerin çekim etkisi altında kalmışlardır. Bazıları Jüpiterin yörüngesinden kayıp güneş sisteminin dış kesimi içinde yer alırken öteki asteroitler Mars’ın yörüngesini geçerek güneş sisteminin iç kesimine yerleşmişlerdir. Asteroitler dışarı doğru uzaklaştıkça görülme ve incelenmeleri güçleşir. Bu yüzden uzaktaki asteroitler hakkında fazla şey bilmiyoruz. Öte yandan Mars’dan daha yakına gelenleri gözlemek ve incelemek kolaylaşırken kolayca anlayacağımız gibi bunlar bize daha tehlikeli asteroitleri oluştururlar.
1898 yılında Alman gökbilimcisi Güstav Witt, yörüngesi Mars’mkinin içine kaymış olan bir asteroidi keşfetti ve onu Eros adıyla adlandırdı. (Asteroitler genellikle kadın adlarıyla adlandırılır. Ama böyle tuhaf yörüngesi olanlara erkek adı verilmektedir.) Eros ve yeryüzü karşılıklı olarak yörengeleri üzerinde bulunurlarken aralarındaki uzaklık 22,5 milyon kilometredir ki, bu Venüs’ün en yakın geçişinde dünyaya uzaklığına eşittir. İşte bu nedenle Eros, Ay dışındaki gökcisimleri arasında bize en çok yaklaşanıdır. 1931 yılında yeryüzünden 26 milyon kilometre uzaklıktan geçmiştir.
Bu kadar uzaklık yeterince güvencelidir. Çünkü böyle bir yörüngenin tümüyle değişerek gökcisminin yeryüzüne çarpması olası değildir. Ve bu da pek iyi bir durumdur. Çünkü, Eros’un ortalama çapı 16 kilometredir. Eros’la çarpışmak belki dünyayı tümüyle yıkıma uğratmayacak ama yeryüzündeki yaşam türlerine felaket getirici etkiler yapacaktır.
Sorun, Eros’un kendi türü içinde tek asteroit olmayışıdır. 1898 yılından beri çoğu 1 ile 2 kilometre çapında olan ve Eros’ tan bile daha çok yeryüzüne yaklaşan pek çok asteroit keşfedilmiştir. En azından böyle “dünyayı sıyırıp geçen” elli tane asteroit bulunmakta ve her yıl böyle birkaç yenisi daha keşfedilmektedir.
Yukarda tartıştığımız meteoritler böylece serseri serseri dolanan asteroitlerin minik örnekleridir. Pek fazla hasar vermezler. Ama er geç dünyayı sıyırıp geçen daha irileri yeryüzüne çarpacaktır. Gerçekte bazı tahminlere göre her 100 milyon yılda bir kez böyle felaketle sonuçlanan çarpışmalar olmaktadır. Eğer bu gerçekten böyle ise, dünya üzerinde yaşam başladığından beri otuz küsur çarpışma yaşanmıştır. Karada ve denizde karmaşık yaşam biçimleri var olduğundan beri de, beş, altı böyle çarpışma olayı meydana gelmiş olabilir. Pekiyi, dünya üzerinde böyle çarpışmaların izleri var mıdır?
Yaklaşık 65 milyon yıl önce, dünya üzerinde bir dizi değişiklik yaşamp bunlar dinozorlarla birlikte bazı büyük ve küçük bitkilerle hayvan türlerinin birdenbire yeryüzünden kaybolmasına neden oldular. 1980 yılına kadar kimse o dönemde ne olduğundan emin değildi. Bu konuda pek çok kuram üretiliyor ama hiçbiri inandırıcı olamıyordu. Oysa ki, 1980 yılında Amerikalı bilim adamı Walter Alvarez, 65 milyon yıllık kaya tabakalarım büyük
duyarlılıkla çözümlemeye başladı. Bu kayalardan biraz daha eski ya da biraz yeni olanlara göre, ender bir metal olan iridyumun 65 milyon yıllık kaya tabakalarında eski ve yenilere göre 25 katı fazla olduğunu buldu. Tam dinozorların ortadan kalktığı dönemde bir şey, bu kayaları sanki iridyum banyosuna daldırmış gibiydi. Yalmzca Alvarez’in çalıştığı tek bir bölgede durum böyle olmakla kalmıyor, aym dönemde iridyumla zenginleşmiş kayalar tüm dünyada görülüyordu.
Pekiyi, o dönemde ne olmuştu? Alvarez, yeryüzünün kabuğuna göre meteroitlerde iridyumun daha fazla oranda bulunduğunu ileri sürdü. (Dünyada iridyum en çok demir cevherinde yoğunlaşır.) Şu halde öyle görülüyor ki, 65 milyon yıl önce oldukça büyük bir göktaşı yeryüzüne düşmüş, çarpışmada meydana gelen büyük ısı, göktaşıyla birlikte dev bir yer kabuğu kütlesini de bu harlaştırmıştı. Bu sırada büyük toz kütleleri atmosferin üst tabakalarına çıkmış, uzunca bir süre güneş ışıklarını engelleyerek yapay şekilde kış mevsimini uzatıp pek çok yaşam türünü dünya üzerinden yok etmişti. Bu çarpışma belki de depremlere, yanardağ etkinliklerine, sellere, büyük orman yangınlarına ve benzeri felaketlere yol açmıştı. Bu durumda özellikle büyük hayvanlar başta olmak üzere pek çok yaşam türü ortadan kalkmıştı. Küçük canlılar ya da şanslı bazı yaşam türleri canlı kalmayı başarabilmiş ve soma yeniden düzenli yaşama dönmüşlerdi.
Yeryüzünün tarihinde bu durumun böyle düzenli aralıklarla gerçekleştiğini gösteren işaretler vardır. Arada bir geniş çapta olmak üzere yaşam türleri ortadan silinmiştir. Bunun evrimin önemli bir parçasını oluşturması mümkündür. Çünkü olay aym zamanda yaşama yeni şekiller verme, onu geliştirme ve yayma şansım da sağlamaktadır. Sözgelişi, memeliler “büyük ölüm” den on milyonlarca yıl önce de vardılar. Ama, dev dinozorlarla başa çıkamıyor; hep küçük ve önemsiz ölçüde kalıyorlardı. Ancak göktaşı dünyaya çarpınca dinozorları ortadan kaldırmış ve
küçük memeliler sanki patlarcasına bir evrimi geçirerek bugün var olan bizleri de içermek üzere ileri yaşam şekillerini geliştirmiştir.
Eğer gelecekte de böyle bir çarpışma olur ve bizler kendimizi bunun etkisinden kurtaramazsak, tüm insan yaşamı yok olabilir. Bu durumda gezegenimiz belki yeni bir sayfayı yazmak üzere başka bir yaşam türüne kalabilir. Hiç değilse şu ana değin hiçbir çarpışma olayı dünyadaki tüm yaşamı ortadan kaldıramamıştı. Ama, şu anda böyle korkunç bir felaketin olanaksızlığından emin değiliz.