Gündem 1 – Son Dakika Gündem Haberleri – Gundem1.com

Türkiye ve Dünyadan Son Dakika Haberleri

Dini Bilgiler

PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)

Peygamberimizin Mübârek Ecdâdı:
Peygamberimiz’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) Hz. İsmail’in sülâlesinden olan Adnân’a kadar babası Abdullah tarafından dedeleri şöyledir:
Hz. Muhammed (s.a.v.), Abdullah, Abdülmuttalib, Hâşim, Abdimenâf, Kusay, Kilâb, Mürre, Ka’b, Lüey, Gâlib, Fihr, Mâlik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike, İlyas, Mudar, Nizâr, Me’ad ve Adnân hazretleridir.
Peygamberimizin annesi Amine tarafından dedeleri:
Hz. Muhammed (s.a.v.), Âmine, Vehb, Abdi menâf, Zühre, Kilâb hazretleridir.
Peygamberlerin her hususta en üstün, en büyük olanı, şüphesiz bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafâ (sallallâhü aleyhi ve sellem)’dir. Peygamberimizden evvel gönderilen peygamberlerden çoğu, belli bir topluluğa, bir şehir veya köy halkına gönderilmiştir. Peygamber Efendimiz ise bütün insanlığa, bütün mahlukâta yani, onsekiz bin âlemin tamamına rahmet olarak gönderilmiştir. Onun insanlığa nasıl, ve ne büyük bir rahmet olduğunu anlamak için, dünyaya gelmezden evvelki insanlığın haline bir bakmak lazımdır:
Bilindiği gibi, Peygamberimiz Fahr-i Âlem Efendimizin teşrifinden önce bütün dünyada her bakımdan kötülüklerin ve karışıklıkların hüküm sürdüğü bir fetret ‘ levri mevcuttu. O günün insanları her türlü bid’at ve sapıklık içindeydi.
İnsanlık, hak, adalet ve medeniyetten uzak, korkunç bir vahşetin girdabına gömülmüştü. Fuhuş ve eşkiyalık, her türlü zulüm ve zorbalık almış yürümüştü. Öyle ki, kimin kime gücü yetiyorsa o, diğerinin mlına, canına, ırzına tecavüz ediyor, elinde nesi varsa • ılıyordu. Hatta bir kısım insanlar hurafe ve bâtıl inançlarla kendi kız çocuklarını çukurlara gömüyor, öldürüyorlardı. Vahşet ve ahlâksızlığa dalmışlardı. Kadının cemiyette hiç değeri yoktu. Para ile alınıp satılabilen basit bir eşya muâmelesi görüyordu. İnsanlar, birbirlorine diş bileyen düşman gruplar halinde kabilelere ayrılmış, kabileler arasında kan davaları almış yürümüştü.
İşte böyle bir devirde Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem), Mekke-i Mükerreme’de, Milâdın 571’inci senesinde Rebîulevvel ayının 12’inci çjecesi sabaha karşı dünyayı şereflendirdiler.
Peygamberlik silsilesinin son halkası olan Peygamberimizin, kırk yaşına girip daha kendisine peygamberlik verilmezden evvel bile, elinde birçok harikalar zuhur etmişti. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”

İlâhî emrine tam manasıyla uyduğu için, hayatının her kademesinde sadâkat ve doğruluğun en güzel bir örneği olmuştur.
O her türlü riya ve yalandan uzaktı. Devrinde kimse kimseye itimat edemez ve güvenemezken, herkes ona inanıyor, ona itimat ediyor, ihtilafa düştükleri meselelerde onun hakemliğine ve hükmüne razı oluyorlardı.
Onu inkâr eden düşmanları bile, onun sadâkat ve doğruluğunu, yalan ve riyadan uzak olduğunu itiraf ederlerdi. Onda gördükleri eşsiz ahlâk ve yüksek seciyeyi takdir eder, ona “Muhammedü’l-Emîn” (Emniyetli Muhammed) derlerdi.
İşte, âlemlere rahmet Efendimiz, cihânın böylesine zulmetle dolu olduğu bir devirde gelmiş, bâtıl inançları kaldırmış, imân ve İslâm nûru ile âlemi karanlıktan kurtarmış, insanlığa dünya ve âhiret saâdetinin anahtarlarını vererek, hakîkî medeniyet yolunu göstermiştir.
Bugün, İslâm târihini tarafsız şekilde tetkik eden birçok müsteşrik (gayr-i müslim doğubilimcisi) bile, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) yüksek mertebesini, güzel ahlâkını ve insanlık için gerçekten rahmet ve en büyük kurtarıcı olduğunu kabul etmeye mecbur kalmış, ona hayranlık duymaktan kendilerini alamamışlardır.
Mahmud Es’ad tarafından tercüme edilen bir eserde meşhur İngiliz filozofu T. Karlayl şöyle diyor:
“Hazret-i Muhammed (s.a.v.) riyâdan tamamen u/ak olduğundan onu severim… Beşerde Hazret-i Muhammed’i (s.a.v.) tartacak bir terazi de yoktur. O, tartılamayacak kadar ağır ve büyüktür.”
İnsaf sahibi gayr-i müslimler, Peygamberimize bu (lerece hayranlık duyar, alaka ve muhabbet gösterirse, onun ümmeti olan bizlerin, ona nasıl bir sevgi ve hürmetle bağlanmamız gerektiğini düşünmek lazımdır.
Burada şunu da ilave edelim ki, Peygamberimiz dünyayı şereflendirdikten sonra, daha önce gelmiş I »eygamberlerin getirdikleri şeriatların hükmü kalmamıştır. Hakkaniyet ve hükümranlık sadece Kurân-ı Kerîm’e ve bizim Peygamberimize aittir. Onun içindir ki,
I ’eygamber Efendimiz (s.a.v.) bir ara Hazret-i Ömer’in < Hinde mensuh Tevrat sahifelerinden bir parça görünce ona adeta çıkışarak: “Siz de Yahûdi ve Hıristiyanlar gibi bana verilen nübüvvetten, bana indirilen Kur’ân’dan şüphe ve tereddüt mü ediyorsunuz? Vallâhi, Tevrat kendisine indirilen Mûsa Peygamber (şu anda) hayatta olsa idi, bana tâbi olmaktan başka hiçbir kudreti olamazdı.” buyurmuşlardır.
Binaenaleyh, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ve Kur’ân-ı Kerîm’in gelmesiyle İncil ve Tevrat’ın hükmü kalc kırılmıştır. Kıyamete kadar hükmü geçerli tek kitap Kur’ân-ı Kerîm’dir. Tasarruf ve hükümranlık da, ancak bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafâ (s.a.v.)’ya aittir.