Gündem 1 – Son Dakika Gündem Haberleri – Gundem1.com

Türkiye ve Dünyadan Son Dakika Haberleri

Yeryüzü ve Uzay

Kuasar’lar Nedir?

KUASAR’LAR NEDİR?
Geçmişe doğru bir yolculuk yapamayacağımızı; büyük patlamanın ne zaman gerçekleştiğim ve o günkü koşulların nasıl olduğunu göremeyeceğimizi söylemiştim. Ancak, geçmişin nasıl yaşandığım anlayabiliriz.
Uzak bir yerdeki gökcismine baktığımızda onun ışığım görmemiz ya da radyo dalgalarım saptamamızın belli süreler sonu gerçekleştiğini biliriz. Işınım, her koşul altında ışıktan daha hızlı yol alamaz (Işık hızının kabaca saniyede 299.800 kilometre olduğunu biliyoruz.) Ve bizler ışınımın gerçekleştiği anı değil, yola başlayıp da bize vardığı am görürüz. Böylece, Andromeda gökadasına baktığımızda, gördüğümüz ışığın gökadadan 2,2 milyon yıl önce yayıldığım ammsamalıyız. Bu şekilde biz 2,2 milyon yıl önceyi görmüş oluruz.
Elbette ki, Andromeda gökadası 2,2 milyon yıl öncekine çok benzer şekilde görünecektir. Bu durumda ışığı geç görmüş olmamız pek fazla şey ifade etmez. Ancak, çok daha uzaktaki gökcisimlerine bakarsak ne olurdu? Gördüğümüz en uzaktaki gökcisimleri hangileridir?
Biz onların ne denli uzakta olduklarına ilişkin hiçbir fikre sahip olamadan bazı gökcisimlerini görmüş bulunuyoruz. Radyo teleskoplar geliştikçe ve mikrodalgaların çizdiği tablonun hatları belirginleştikçe bazı radyo dalgalarım belli bölgeler içinde sınırlamak mümkün oldu. Bunlar yoğun radyo kaynaklan’ydı ve böyle bilinen gökcisimleri arasında 3C48, 3C147, 3C196, 3C373 ve 3C288 yer alıyordu. Buradaki 3C, İngiliz gökbilimcisi Martin Ryle tarafından bir araya getirilen ve Radyo Yıldızlarının Üçüncü Cambridge Kataloga adı verilen listenin kısaltmasıydı.
1960 yılında Amerikalı gökbilimci Allan Rex Sandage (1926) bu tür radyo ışınım kaynaklarım araştırdı ve bizim gökadamızın bir parçası gibi görülen on altıncı kadirden sönük birtakım yıldızlardan yayıldığım saptadı. Bu, pek olağandışı bir durumdu. Çünkü, tek tek bireysel yıldızlar genellikle saptanabilen mikrodalgaları yaymazlardı. Böyle ışınımı yalmzca çok yakınımızda olduğu için güneşten alıyor ama birkaç ışık yılı uzaklıkta olan ve yakınımızda sayılan tek yıldızlardan bile alamıyorduk. Şu halde, neden böyle sönük yıldızlardan radyo dalgası alabilmiştik? Gökbilimciler bunların normal yıldız gibi gökcisimleri olduğunu düşündüler ve onlara yıldıza benzer anlamına sözcüklerle yapılan bir terim olan Qııasi-stellar radyo kaynaklan adı verildi. 1964 yılında Çinli-Amerikalı gökbilimci Hong-Yee Chiu bu adı quasar olarak kısalttı ve terim hemen benimsendi. (Türk Dil Kurumu’nun Gökbilim Sözlüğü’nü de içermek üzere elimizdeki kaynaklarda karşılığını terim olarak bulamadığımızdan bunu kııasar olarak Türkçe’leştiriyoruz Çeviren.)
Ancak, kuasarlar neydiler? 1963 yılında Hollandalı-Amerikalı gökbilimci Maarten Schmidt (1929) 3C273’ten aldığı tayfı incelerken şaşkınlığa düştü. Tayftaki çizgiler tümüyle tuhaftı ama birdenbire bilim adamına bunlar morötesinin uzak kesimindeki bildik çizgiler gibi göründüler. Ancak, çizgiler büyük ölçüde kırmızıya doğru yer değiştirmişti. Ve bu yüzden başlangıçta ayırt edilememişlerdi.
Kırmızıya kayan tayf çizgileriyle 3C273’ün gökadadaki sıradan yıldız olmadığı, şu ana değin saptanamayan herhangi sıradan bir gökadanın ötesindeki yaklaşık bir milyar ışık yılı uzaklıktaki bir gökcismi olabileceği anlaşıldı. 3C273 en yakın kuasar
iken, öteki kuasarlar çok daha uzaktaydılar. Şu anda yüzlerce kuasar bilinmekte olup bunlardan bazısı bizden 10 ila 12 milyar ışık yılı uzaklıktadır.
Şimdi sorun bu kadar uzak gökcisimlerinin nasıl olup da görülebileceğinde yoğunlaşıyordu. Onların gökadalardan da parlak olduklarını; normal gökadalardan 100 katı aydınlıkta ve güneşimizden trilyonlarca katı fazla parlak olduğunu varsayabiliriz.
Aym zamanda bu gökcisimlerinin yaydığı ışınımın değişken olduğu, kimi zaman bir, iki hafta süren oldukça önemli değişkenlik olayım yaşadıkları saptandı. Bu durum da, kuasarların çapının birkaç ışık yılından fazla olamayacağını (yani, aşağı yukarı bir trilyon kilometre kadar) gösteriyordu. Çünkü, değişkenliklerine neden ne olursa olsun, bunun kısa zaman içinde gerçekleşmesi gerekiyordu. Ve hiçbir gökcismi ışık hızından daha hızlı ışınım yapamazdı. Pekiyi, böyle küçük bir gökcismi nasıl oluyor da bu denli dev oranda bir enerjiyi yayabiliyordu.
Bu soruya yamt, 1943 yılında Amerikalı gökbilimci Cari Sey- fert pek parlak ve küçük sayılabilecek bir gökadamn merkezim gözlemleyince olası biçimde verildi. Daha soma bu türden başka gökadalar da gözlemlendi ve tüm grup şimdi S ey fert gökadaları adıyla anılmaktadır.
Seyfert gökadalarımn merkezi pek etkendir ve büyük olasılıkla çekirdekte dev yıkımlara neden olan olağanüstü büyük siyah delikleri içermektedir. Belki de kuasarlar, özellikle büyük ve parlak olan Seyfert gökadalarıdır. Ve tüm görebildiğimiz onların pek etkin, minik ve parlak olan merkezleridir. Gerçekte, son zamanlarda yapılan incelemeler kuasarların çevresinde, bir gökadamn kenarlarım temsil eden donuk ışıkların bulunduğunu göstermiştir.
Kuasarlar milyarlarca ışık yılı uzaklıkta bulunduklarına göre, onlar evrenin daha genç olduğu dönemde meydana gelmiş olmalıydılar. Belki de bu gökadalar daha gençken onlardan pek çoğu merkezlerine doğru şiddetli bir değişiklik sonucu siyah delik olarak çökmüşlerdi. Zamanla siyah delikler çevresindeki gökcisimlerinden kolayca yıkabileceklerini yutmuş, gökadalar daha sakin ve sabit gökcisimleri durumuna gelmiş ve kuasarlar “soğuyarak” milyarlarca yıl önceki varoluş biçimlerini elde etmişlerdir.
Yalmzca bu anlattıklarımız bile, evrenin gençliğinde şimdikinden çok farklı durumda bulunduğunu ve büyük bir evrim işlemini yaşadığım göstermektedir. Ayrıca bunlar; evrenin gerçek bir başlangıcı olmadığını ve her şeyin baştan beri değişmeden aynı kaldığım süren kuramlara tam bir karşıtlık göstermeye eğilimli bir durumdur.