Gündem 1 – Son Dakika Gündem Haberleri – Gundem1.com

Türkiye ve Dünyadan Son Dakika Haberleri

Yeryüzü ve Uzay

Güneş Sisteminin Dış Kesiminde Yaşam Var Mıdır?

GÜNEŞ SİSTEMİNİN DIŞ KESİMİNDE YAŞAM VAR MIDIR?
Eğer Mars gezegeni diğer bazı özelliklerinin yanısıra yaşam için dayanılmaz derecede soğuksa, Mars’ın ötesinde bulunan diğer gezegenlerin daha soğuk oluşlarıyla yaşamın sürmesine daha da az elverişli olmaları gerekirdi. Gerçekte dört dev gezegenin sağladığı koşullar dünyamızın koşullarından öyle kökten niteliklerde farklıdır ki, onların üzerinde herhangi bir türden yaşamın var oluşunu ciddi olarak bekleyemeyiz.
Bu durumda dev gezegenleri bir yana bırakırsak, geriye hemen hemen tümü havadan yoksun ve suyu bulunsa bile oda buz durumunda olan çeşitli uydular kalır. Bu uydulardan pek çoğu yaşama elverişlilik yönünden elimine edildiklerinde elde iki olası istisna kalmaktadır: Bunlar Europa ile Titan uydularıdır.
Jüpiter gezegenin dört büyük uydusu güneşten uzaklık sırasıyla Io, Europa, Ganymede ve Callisto olup bunların tümü dev gezegenin büyük ve güçlü gelgit etkisi altında kalmaktadır. Bu uydular Jüpiter’in çevresinde karşılıklı çekimleri nedeniyle kusursuz olmayan daireler üzerinde dolanırlar. Ve Jüpiter’den uzaklıktan değiştikçe, hafifçe uzayıp büzülür gibi görünürler. Bu işlemler de onlar üzerinde ısınma etkisi yapar.
Yukarda Satürn’ün halkalan konusunda Edouard Roche’un buluşu olarak belirttiğim gibi, gelgit etkisi gökcisimleri arasındaki uzaklığın kübüyle ters orantılı olarak artar. Bu çekim, en dıştaki iki uydu olan Ganymede ile Callisto için pek güçlü değildir. Bu yüzden ısınmayan iki uydunun buzulları erimeyecek kadar soğuk kalırlar. İkisi de, diğer iki uydudan daha büyüktürler. Ganymede’in yoğunluğu 1,9 ve Callisto’nunki 1,6 olduğu için olasılıkla iki uydu genelde buzları içermektedir.
Jüpiter’e en yakın uydu olan Io öyle güçlü bir ısınma etkisine sahiptir ki, tümüyle kayalardan oluşan bir gökcismi durumuna gelmiştir. Çünkü, yoğunluğu santimetre kübü başına 3,6 gramdır. Doğrusunu söylemek gerekirse, Io uydusunu buzlan erimiş ve iç kesimi yanardağ etkinlikleri oluşuncaya değin ısınmıştır. 1979 yılının mart ayında insansız uzay aracı Voyager 1, Io uydusunun yakınından geçerken uydunun yüzeyindeki yanardağı patlamalarını saptamıştı. Daha sonra Voyager 2 insansız uzay arası, 1979 yılının temmuzunda gene oradan geçerken uyduda bu yanardağlardan altısı şimdi de etkinliğini sürdürüyordu.
lo’daki yanardağ patlamalarında ortaya çıkan maddelerin çoğu kükürt olmalıdır. Çünkü bunlar uyduyu kırmızı ve turuncu renklere boyarken kükürt dioksit rüzgârları arada bir beyaz lekeleri oluşturmaktaydı. Io uydusu böyle kükürtle boyanmış kraterlere sahipken; Ganymede ve Callisto uydularının üzerinde, kükürt lekeleri bulunan yanardağ kraterleri görülmez.
Jüpiter’in güneşten uzaklık sırasında ikinci ve büyüklük sırasında dördüncü olan uydusu Europa’nın çapı Ay’ımızdan biraz daha küçük olmak üzere 3.138 kilometredir. İnsansız uzay araçları Europa’nın pek düzgün bir yüzeyi bulunduğunu göstermişti. Gerçekte güneş sistemindeki en düzgün yüzeyli gökcismi olan Europa’nın tüm kabuğunun buzullarla kaplı olduğu düşünülmektedir.
Eğer bu buzullar masif yapıda iseler, uydunun yüzeyinin Ganymede ve Callisto uydularında olduğu gibi kraterlerle pürüzlenmiş olması gerekirdi. Bunun yerine Europa’nın yüzeyi pek çok sayıdaki yarıklıklarla çapraz çizgileri taşımaktadır. Bunlar Lowell’in Mars gezegeni üzerinde saptayıp haritasını çizdiği kanalları anımsatırlar. Çapraz çizgilerin en iyi açıklaması, arada bir meteoritlerin buzullara çarptığı, onları kırıp altındaki denize düştüğü şeklindedir. (Burada denizleri oluşturan sıvı, Jüpiter’in yarattığı ısınma etkisiyle donmaktan alakonulmaktadır.) İşte böylece meteoritlerin oluşturduğu çatlaklardan dışarı doğru sıvı yükselir, orada donar ve yüzeyi kırılmamış olarak kalır.
Uydudaki sıvı çoğunlukla ya da tümüyle su olabilir ama böyleyken bile oksijeni içermemekte ve buzul örtüsünü altında kalarak güneş ışığını almamaktadır. Yeryüzündeki yaşam, güneş ışığı ile oksijene bağımlıdır. Ama, tümü yaşam böyle değildir. Bazı ilkel bakteri türleri enerjisini; oksijen ile güneş ışığı işe karışmadan kükürt ve demir bileşiklerinde meydana gelen kimyasal değişikliklerden sağlarlar. Son yıllarda sıcak suların dipten fışkırdığı okyanus tabanlarında bazı bakterilerin yaşadığı ve bunların zengin minerallerden yararlandığı saptanmıştır. Daha yüksek düzeydeki yaşam şekilleri bakterilerle ya da birbirlerini yiyerek beslenir ve yaşamlarını sürdürürler. Şu halde Europa uydusunun birtakım denizleri olması ve orada bir tür yaşam şeklini barınması olası mıdır? Gelecekte bir gün oradaki buzulların altını kontrol etmek üzere aygıtlarımız bu uyduya gönderilecektir.
Güneş sistemimizdeki bazı uydular bir atmosferi tutmaya yeterli olacak kadar büyük ve soğuktur. (Soğuk gazlar, molekül hareketleri yönünden daha az hareketlidir. Bunlar sıcak gazlara oranla daha zayıf bir çekim gücüyle daha kolayca tutulurlar.) Böylece 1989 yılında Neptün gezegeninin en büyük uydusu olan Tiriton’a Voyager 2 insansız uzay aracı ile bir araştırma seferi düzenlendiğinde uydunun düşünülenden biraz daha küçük olduğu ortaya çıkarıldı, bu durumda Triton bilinen yedi büyük uydunun en küçüğü olup çapı yalnızca 2.730 kilometredir. Böyleyken bile çok soğuk bir yerdir (Ortalama-223°C) ve çok seyrek bir atmosfere sahiptir.
Triton’un atmosferi, her ikisi de pek alçak sıcaklıklarda donan azot ve metan gazlarından oluşmakta ve sonuç olarak uydunun yüzeyi bu maddelerin buzullarıyla düz ve kaygan bir şekilde kaplı bulunmaktadır. Şimdi de Triton uydusunda katı haldeki azotu gaz haline çevirmeye yeterli ısı vardır. Bu yüzden arada bir donmuş azot buharlaşıp püskürür; katı durumdaki buzlu maddeleri yukarı doğru fırlatır. Böyle buz yanardağları uydunun yüzeyinde krater ve bayırları oluşturur. Triton güneş sistemi içinde, yeryüzü ve Io uydusundan gayrı, etkinliklerini sürdüren yanardağlara sahip üçüncü gökcismidir. Ancak Triton’da yaşam şansının var olması için mantıklı neden bulunmamaktadır.
Triton uydusundan oldukça küçük boyuttaki Plüton gezegeni ile onun küçük uydusu Charan’un da çok seyrek atmosferleri bulunmaktadır. Buralarda da yaşamın var oluş şansı mantıklı görülmez.
Uydular içinde en yoğun atmosfer, Satürn’ün en büyük uydusu olan Titan’da bulunur. Bu uydu aşağı yukarı Ganymede uydusunun biiyüklüğündedir ve çapı 5.150 kilometredir. Titan’ın
atmosferinin dünyanınkinden bile daha yoğun olduğu anlaşılmakladır.
Triton uydusunda olduğu gibi, Titan’ın atmosferi de azot ile metan gazlarından oluşmaktadır. Uyduda yeterince metan gazı vardır ve bu gaz güneş ışıklarından etkilenmektedir. Cîüneşin daha çok enerji veren ışınımı metan moleküllerini yerinde tutar (Bu
moleküller, bir karbon atomu ile dört hidrojen atomundan oluşmaktadır) ve hatla onları her moleküle birkaç karbon atomu ekleyerek daha karmaşık şekle sokar.
Triton uydusundaki metan gaz halindeyken, Titan uydusunda daha karmaşık karbon bileşikleri sıvı durumunda ortaya çıkar. Şu halde Titan uydusunun yüzeyinde serbest durumda bir sıvı (Gerçekte bu sıvı bir tür petroldür) bulunmaktadır. Ne yazıktır, Titan’ın atmosferi öyle dumanlıdır ki, uydunun yüzeyi görülemez. Ancak son zamanlarda bu uydudan alınan radyo dalgaları Titan’ın yüzeyinde denizlerin bulunduğu ve bunların arasından kuru kara parçalarının ortaya çıkmış olduğunu göstermiştir. Bu durumu da, denizlerin petrol bileşiminde bulunuşu ve havanın soğuk oluşu dışında Titan uydusunun yeryüzüne çok benzetmektedir.
Petrol denizlerinin içinde yaşam şekilleri var olabilir mi? Bir kez daha şunu yineleyelim: Bunları öğrenmek üzere bir gün Titan uydusunun yüzeyine aygıtlar göndereceğiz.
Şu halde sonuç, her ikisinde de, yaşamın varlığı olasılığı zayıf olsa bile, Europa ve Titan uyduları dışında; güneş sisteminde yeryüzü bir kenara bırakılırsa, yaşam şekillerinin sürmesi için olanak bulunmamaktadır. Bu durum güzel ve benzersiz dünyamızı neden korumamız gerektiğini bizlere pek güzel biçimde anlatmaktadır.