Gündem 1 – Son Dakika Gündem Haberleri – Gundem1.com

Türkiye ve Dünyadan Son Dakika Haberleri

Yeryüzü ve Uzay

Yeryüzü Kaç Yaşındadır?

YERYÜZÜ
KAÇ YAŞINDADIR?
Şu anda, zamanın ölçülmesi sorunuyla uğraşmış olduğumuza göre, Yeryüzü ile ilgili zamana ilişkin bir soru sorabiliriz: Evet, dünya kaç yaşındadır?
En az 5.000 yıldır dünyanın var olduğundan eminiz. Çünkü yazılı kayıtlar, Sümerlilerin yazıyı keşfettiği İÖ 3000 yılına kadar uzanmaktadır. Daha önceki yıllarda yapılmış seramik ve heykellerden oluşan el sanatları ürünleri de elimizde bulunuyor. Aşağı yukarı 1800 yılına değin, Batı dünyası geleneklerine göre hemen herkes yeryüzünün 6.000 yaşında olduğunu düşünmekteydi. Buna inanılmasının nedeni tümüyle İncil’de bulunan bazı metinlerdi. O sıralarda herkes olayı dinsel bir gerçeklik olarak benimsiyor ancak elde bilimsel ipuçları bulunmuyordu.
Doğallıkla sayıları çok az da olsa birtakım ipuçlarını bir araya toplayan ve İncil’de varılanlardan farklı sonuçları bulan kişiler de vardı. Böyle düşünen insanlara göre, doğanın güçleri (yağmurlar, rüzgârlar ve dalgaların kıyılara vuruşu gibi olaylar) dünyanın yüzeyini yavaş yavaş değiştirmektedir. Bu insanlar yeryüzünün bugünkü görünüşünde böyle güçlerin etkili olabileceğini, ancak olayın 6.000 yıldan çok daha uzun sürede gerçekleşebileceğini düşünüyorlardı. 1570 yılı dolaylarında böyle düşünen kişilerden biri Fransız bilgini Bernard Palissy (Yaklaşık olarak 1510- 1589) idi.
Yeryüzünün yaşının yalnızca 6.000 yıl olduğunu kabul edenler dünyanın yüzeyindeki değişiklikleri yadsımıyor ama bunlara Nuh Tufanı’nm neden olduğunu ileri sürüyorlardı. Palissy, dünya çapında bir sel felaketinin olabileceği düşüncesine karşı çıkıyor ve yeryüzündeki değişikliklerin çok daha uzun sürede ger-
çekleşebileceğini savunuyordu. 1589 yılında Palissy kazığa oturtularak yakıldı. O günler, düşünen insanlar için değildi.
1681 yılı sonlarında İngiliz rahibi Thomas Burnet (Yaklaşık olarak 1635-1715) Nuh Tufanı’nı destekleyen bir kitap yazdı. Ama sonra, 1692’de bir başka kitap yazıp Adem ile Havva öyküsünden kuşkusunu dile getirince din adamı mesleğinden oldu.
1749 yılında Fransız doğabilimcisi Georges Louis de Buffon (1707-1788) uzun bir ansiklopedi yazmaya başlayarak yeryüzünü doğabilimsel terimlerle açıklamaya girişti. Buffon, dünyanın bugünkü görünümüne ulaşması için yaşının en az 75.000 yıl olması gerektiğini tahmin ediyor. Bu tahmin de onun başını belaya soktu. Sonunda, Galileo gibi sözlerini geri almak zorunda bırakıldı.
Oysa ki ne olursa olsun hiçbir engel insanların düşünmesini durduramıyordu. 1795 yılında İskoç yerbilimcisi James Hutton (1726-1797) Yeryüzünün Kııramı adlı kitabını yazınca bir dönüm- noktasına ulaştı. Hutton bu kitabında yeryüzünde çok uzun sürelerde oluşan değişikliklerle ilgili tüm ipuçlarını bir araya toplamıştı. Sonraki yarım yüzyıl süreyle bilim adamları, Hutton’un ağır ağır ve kararlı değişikliklere yol açan tekdüzeli gelişme kuramını benimsediler. Ancak bu kuram arada bir, birdenbire ortaya çıkan yanardağ patlaması gibi felaket getiren olayları da gö- zardı etmiyordu.
Bilim adamları dünyanın yüzeyinde şu anda ne gibi değişiklikler yer aldığına ve bunların ne denli büyük boyutta gerçekleştiğini düşünmeye başladılar. Eğer kişi, her zaman aynı hızla oluştuğunu düşünürse, onların yeryüzünü şu anki duruma getirmek üzere ne kadar uzun zamandır sürmekte olduğunu da kendi kendine sorarak yanıtları bulmaya çalışır.
Bu düşünceyi geliştirmeye çalışan ilk kişi, aynı zamanda rüzgârları neyin estirdiğini ilk kez düşünen Edmund Halley idi.
1715 yılında Halley, denizlerin tuzlu oluşunu göz önüne alarak bu tuzun nehirler tarafından taşınmış olduğunu ileri sürdü. Tuz taşındığı topraklardan denize gelince minik parçacıklara bölünüyor, dedi. Dahası, bilim adamı güneşin ısısıyla denizden buharlaşıp sonra yoğunlaşarak yağmur halinde düşen damlaların tatlı sudan oluştuğunu; bunların akarsuları besleyerek yeniden bir miktar tuzu daha okyanuslara getirdiğini buldu.
Eğer okyanusların başlangıçta tatlı sulardan oluştuğunu ve her yıl nehirlerle ne kadar su getirildiğini hayal ederseniz, akarsuların okyanusları bu kadar tuzlu hale getirmelerinin ne denli uzun sürede gerçekleşeceğini düşünebilirsiniz. Bu fikir kulağa iyi geliyordu ama bazı kuşkulu yönleri vardı: Her şeyden önce, belki de başlangıçta okyanuslar tatlı sulardan oluşmamıştı ve daha baştan beri tuzu içeriyorlardı. Ayrıca her yıl akarsularla okyanuslara varan tuz miktarı gerçek olarak bilinmiyordu. Aslında Halley’ın zamanında Avrupa dışındaki akarsulara ilişkin pek fazla şey bilinmemekteydi. Şu halde şimdi denizlere varan tuz miktarı geçmiş çağlara göre daha çok ya da daha az olabilirdi. Denizlerin suyundaki tuzu çıkarmak üzere yapılan işlemleri burada söz konusu etmiyoruz. Normal buharlaşma da bu işi yapar ve kimi zaman denizlerin sığ olduğu yerde bir kısım suları karalarla sıkışıp kalır ve kurur; geriye geniş tuzlalar kalır.
Halley bütün bunları da düşündü ve sonunda okyanusların uzun süredir böyle tuzlu oldukları sonucuna vardı. Bu durumda dünya yaklaşık olarak bir milyar yaşındadır, dedi. Bu öylesine inanılmaz derecede büyük bir sayı idi ki, o zaman kimse Hal- ley’in düşünüşünü ciddiye almadı: Aşağı yukarı 75 yıl önce Buf- fon’un yaptığı tahminin 13.000 katıydı. Ancak, o dönemde İngiltere’de koşullar daha iyiydi ve Halley’in başı derde girmedi.
Yeryüzünün yaşım kestirmenin bir başka yolu da, Tortullaşma olayım incelemektir. Nehirler, göller ve denizler yeryüzüne çamur ve çamurlu suyu yayarlar. Ve bunlar, toprağın üzerinde
tortul kütleleri olarak yerleşir. Üste yeni tortullar geldikçe altta kalan tabakalar sıkışır ve tortul kayaları haline gelir. İnsanlar günümüzde de oluşan bu işlemin hızım kestirebilirler. Tüm işlemin hızım bildiklerine göre, yeryüzünde bulunan tortul kayaların ne kadar zamanda oluştuklarım da hesaplayabilirler. Bir araya getirdikleri sonuçlara göre yeryüzünün yaşı yarım milyar yıldan daha fazla olmalıydı.
fi
Ancak bu kestiriler en kabaca türden yapılmış hesaplardı. İnsana bir fikir verir ama kesinlik getiremezler. Burada gereksinilen, yeryüzündeki değişikliklerin kesinlikle düzenli olmaları ve dünyamn başlangıcından bu yana hep gerçekleşmeleriyle kolayca ölçülebilmeleridir. Böyle değişikliklerin gerçekleşmesini Halley ile Hutton’un zamanında kimse düşünemezdi. Ve olay Hutton’dan yüz yıl soma tümüyle bir kaza sonucu keşfedildi.